Ana Sayfaİdeal İnsan Davranışlarıİslam'a Göre İdeal İnsan Davranışları / Sözünde Durma (Ahde Vefa)

İslam’a Göre İdeal İnsan Davranışları / Sözünde Durma (Ahde Vefa)

Söz verme (ahidleşme) Kur’an’î bir yöntemdir. Allah ile peygamberleri ve onların ümmetleri arasında, gerek Allah’ın hükümlerini yaşama, gerek bunları muhafaza etme konusunda ahidleşmeler olmuştur. Allah sözleştiği bu insanların sözlerine sadık kalmasını “Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin…”[1] ayeti ve başka birçok ayet ile emretmiştir.

Kur’an’a göre Allah İsrailoğullarından namaz kılacaklarına, zekât vereceklerine, peygamberlerine itaat edeceklerine dair söz almış ve bu söze riayet etmeleri halinde de onlara dünya ve ahirette mükâfat vereceğini haber vermiştir. Ancak Hristiyanların[2] da Yahudilerin[3] de verdikleri sözde durmadıkları bildirmiştir. İslam’da da bu gibi sözleşmeler olduğu ayetler ile anlatılmaktadır. Bu ayetlerden birinde Allah; “Sana yeminle bağlılık sözü verenler gerçekte bu sözü Allah’a vermiş oluyorlar, Allah’ın eli onların elleri üzerindedir. Bu sebeple kim Allah’a verdiği ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur, Allah’a verdiği sözün gereğini yerine getirene ise Allah yakında büyük ödül verecektir.”[4] buyurmuştur.

Tarihe ve İslam kaynaklarına baktığımızda söz verme ve yerine getirme oldukça önemli bir konu olmuştur. Kişisel yaşamda da, Müslümanın güvenilir olması ve yalan söylememesi ilkelerince, verdiği sözde durması gerekmektedir. Kur’an’da kurtuluşa eren müminlerin sıfatları sayılırken sözünde duran mümine dikkat çekilerek; “Onlar emanetlerini ve ahidlerini yerine getirirler.”[5] denilmiştir.

Peygamberlerin sıfatlarından birisi de ‘emânet’tir. Kur’an-ı Kerîm’de de pek çok yerde “Emin” kelimesi peygamberlerin isimleri ile zikredilmiştir. Şuarâ Sûresi’nde Nûh, Hûd, Salih, Lût ve Şuayb Peygamberlerin kavimlerine ‘Ben size gönderilmiş emin (güvenilir) bir elçiyim’ dedikleri bildirilmiştir.[6] İslam kaynaklarında Hz. Muhammed’in (s.a.v) İslamiyet’ten önce de sözünde duran, güvenilir biri olduğu ve insanların ona “el-emin” dediklerinden bahsedilmektedir.[7]

Peygamberlik sonrasında da Hz. Muhammed (s.a.v) sözünde durmaya özen göstermiş, çevresine bu şekilde telkinlerde bulunmuştur. Hatta konunun önemine dikkat çekerek; “Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.”[8] demiştir. Ayrıca Hz. Muhammed (s.a.v) “Kıyamet günü, ahdine vefa göstermeyen kimselerin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefasızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir.”[9]demiştir. hadisten anlaşıldığına göre ahdine vefasızlık gösteren kişi kıyamet günü diğer insanlar arasına belli edilecek ve onlara karşı kendisini mahcup hissedecektir.

Allah Kur’an’da “Bana olan ahdinize vefa gösterin ki ben de size olan ahdimi ifa edeyim!”[10]buyurmuş, Hz. Muhammed (s.a.v) de; “Allah’ım! Ben Sen’in kulunum. Gücüm yettiği kadar ahdine ve vadine sadâkat gösteriyorum!”[11] sözleri ile Rabbine olan vefasını dile getirmiştir. Münafıklığın[12] belirtisi olarak sözünde durmamayı[13] dile getiren Hz. Muhammed (s.a.v); “Kim ahdini bozarsa, Allah mutlaka ona bir düşman musallat eder.”[14] sözü ile de konunun önemine dikkat çekmiştir.

İslam tarihine bakıldığında düşmanına karşı dahi verilen sözden dönmemek, ahdine sadık kalmak çok önemli görülmüştür. Bunun örneği kaynaklarda şu şekilde aktarılmıştır: “Müslümanlarla müşrikler[15] arasında yapılan Hudeybiye Antlaşması’nın şartlarından biri, Mekke’den Medine’ye sığınan kişilerin iade edileceği şeklinde idi. Anlaşmanın imzalanacağı bir anda Kureyş temsilcisi Süheyl bin Amr’ın oğlu Ebû Cendel, ayaklarındaki zincirleri sürüyerek yavaş yavaş Peygamber Efendimiz’in yanına geldi. Ebû Cendel (r.a.) Müslüman olduğu için müşriklerden çok işkence görmüştü. Bir fırsatını bularak ellerinden kaçmış ve kendini Müslümanların arasına atmıştı. Süheyl, anlaşma gereğince ilk iade edilecek kimsenin oğlu olduğunu söyledi ve elindeki sopayla Ebû Cendel’in yüzüne vurdu. Olan biteni hüzünle takip eden Efendimiz, Ebû Cendel’in anlaşma hârici bırakılmasını, onu kendisine bağışlamasını Süheyl’den rica etti. Ancak taş yürekli müşrik buna yanaşmıyordu. Ebû Cendel (r.a.) de müşriklere teslim edilirken feryatlarla Müslümanlara yalvarıyor ve yardım istiyordu. Müslümanlar onun hâline dayanamayıp ağlamaya başladılar. Allah Resûlü Ebû Cendel’i teselli ederek: ‘Ey Ebû Cendel! Biraz daha sabret, katlan! Allah Teâlâ’dan bunun mükâfatını dile! Hiç şüphesiz yüce Allah sen ve yanında bulunan zayıf, kimsesiz Müslümanlar için bir genişlik ve çıkar yol yaratacaktır. Biz şu kavimle bir barış anlaşması yapmış ve bu yolda kendilerine Allah’ın ahdiyle söz vermiş bulunuyoruz. Onlar da bize Allah’ın ahdiyle söz verdiler. Sözümüze vefasızlık edemeyiz. Zira verdiğimiz sözde durmamak bize yakışmaz!’ buyurdu.”[16]

Hz. Muhammed’in (s.a.v) hayatına bakıldığında ahde vefa örnekleri çokça mevcuttur. Hadislerden aktarıldığına göre bunlardan biri de çocuklara karşı verilen sözde durma hassasiyetidir; “Abdullah b. Amir anlatıyor: Bir gün Allah resulü evimizde otururken, annem beni çağırdı ve “Hele bir gel sana ne vereceğim.” dedi. Peygamber Efendimiz anneme, “Çocuğa ne vermek istemiştin?” diye sordu. Annem, “Ona bir hurma vermek istemiştim.” deyince Efendimiz, “Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak!” buyurdular.”[17]

İslam’ın sözleşmeye verdiği önem ayetlerde detaylıca anlatılmıştır. Borçlanan ve borç veren kimsenin bunu yazarak kayıt altına alması[18], yetimin malına el sürülmemesi (Allah’la yapılan bir ahit olarak kabul edilmiştir)[19], herhangi bir hususta yemin eden kişinin yemininden dönmemesi[20], yerine getiremeyeceği bir şey hakkında söz vermemesi[21] iman edenlere açıkça emredilmiştir. Ayrıca takva[22] sahiplerinin özelliklerinden bahseden Bakara Suresi’nin 177. ayetinde anlaşmalarına uyanlar övülmüş, bir diğer ayette ise ahdine sadakat gösteren kişilerin cennette ağırlanacağı[23] müjdelenmiştir.


[1] Maide/1
[2] Maide/14
[3] Bakara/100, Maide/13
[4] Fetih/10
[5] Mü’minûn, 23/8
[6] Şuarâ Sûresi/107, 125, 143, 162 ve 178.
[7] “Hz Muhammed’in (s.a.v) gençlik yıllarında Kâbe’nin tamiri ve Hacerülesved ’in yerine konulması sırasında her kabilenin bu işte pay sahibi olmayı istemesi üzerine kargaşa çıkmış, problemin çözümü ertesi gün Kâbe’nin önünde görülecek ilk şahsa bırakılmıştı. Yolu beklenen bu kişinin Hz Muhammed (s.a.v) olduğu görülünce herkes, ‘el-Emîn’ geliyor” diye memnuniyetini belirtmişti.” (Müsned, III, 425)
[8] İbn Hanbel, III, 134
[9] Müslim, Cihâd, 15
[10] Bakara/40
[11] Buhârî, Deavât, 16
[12] Münafık: Kalben inanmadan, sadece görünüşte inanmış gibi gözüken kişiler
[13] Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20
[14]  Muvatta, Cihâd, 4
[15] Müşrik: Allah’a ortak koşan kişiler
[16] İbn-i Hanbel, IV, 325; İbn-i Hişâm, III, 367
Not: Müşriklerin elinden kaçarak kurtulan Ebu Cendel sonrasında yapılan bir anlaşma vesilesi ile Medine’ye geri dönmüş ve birçok gazveye(din uğruna yapılan savaş) de Müslümanlar safında iştirak etmiştir.
[17] Ebû Dâvûd, Edeb, 88
[18] Bakara/282
[19] İsra/34
[20] Nahl/91
[21] Saff/2-3
[22] Takva: Günahtan sakınmak
[23] Mearic/32