Ana Sayfaİslam’da Sosyal Hayatİslam Dininin Felaketlere Yaklaşımı

İslam Dininin Felaketlere Yaklaşımı

Felaket ve afet kelimeleri, çoğunlukla salgın hastalık, kıtlık, savaş gibi toplumun bütününü veya çoğunluğunu olumsuz etkileyen olayları ifade etmek için kullanılmaktadır.

Felaketler, hem büyük maddi yıkımlarla hem de çok sayıda can kaybıyla sonuçlanabilmektedir. Doğal afetler; bireyin alıştığı hayatın düzenini bozmakta, insanın bu düzeni kontrol etme, düzenleme ve yönlendirme yeteneğini sınırlandırmakta, hatta ortadan kaldırmaktadır. Doğal afetler insana gücünün sınırlılığını da göstermektedir.

Allah, hayatı ve ölümü kimin inanıp inanmayacağını, kimin yararlı ve güzel işler yapmayı tercih edeceğini ortaya koymak için yaratmıştır.[1] Dünya hayatında yaptığı tercihlere göre insan, ahiret hayatındaki durumunu belirleyecektir.[2] Dünya ve içindekiler yaratılışları itibariyle bir değişim yani oluş ve bozulma içindedirler. Dolayısıyla başta ölüm olmak üzere felaketler bu dünyanın gerçeklerindendir.

Kur’an-ı Kerim’de ifade edildiği üzere insanlar birey olarak zaman zaman karşı karşıya kaldıkları cezaların yanısıra toplum olarak da etkilenecekleri felaketlerle uyarılmaktadırlar.[3] Örneğin Hz. Nûh (as) peygamberden itibaren Lût, Hûd, Salih, Şuayb ve Musa gibi birçok peygamberin tebliğini reddeden ve Allah’ın toplum için koyduğu kuralları çiğneyen topluluklar deprem, kasırga[4], denizde boğulma[5] gibi felaketlerle helak edilmişlerdir.[6] Şu da ilave edilmelidir ki Kur’an’da hiçbir suç işlemeden toplulukların felakete uğratılmadığı şöyle ifade edilmiştir: “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez.”[7]İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da öncekilerin âkıbeti nice oldu bir bakın. Onların çoğu şirke sapmış kimselerdi.”[8]Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.[9]

Toplulukların tabiat ve sosyal hayat ile ilgili konulan yasaları çiğnemeleri akabinde her yaptıkları yanlıştan sonra cezalandırmaları söz konusu değildir. Allah çeşitli yollarla toplumları deneyerek doğru olanı yapmalarını ister, hatalarında bilinçli bir ısrar göstermeleri üzerine ise onları bu hatalarından vazgeçmeye teşvik için cezalandırır. Kur’an’da bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Andolsun ki senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından, belki yalvarıp yakarırlar diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık.”[10] İnsanların yapıp ettiklerinden dolayı hemen cezalandırılmadıkları da şöyle ifade edilmiştir: “Şayet Allah insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerin üstünde tek bir canlı bırakmazdı; fakat onlara belirlenmiş bir vadeye kadar mühlet veriyor. Vadeleri dolduğunda ise (herkes anlayacaktır ki) Allah kullarını hakkıyla görüp bilmektedir.”[11]

Her doğal afeti ceza olarak yorumlamak doğru değildir. Doğal afetlerin bir kısmı Allah’ın hayat düzenine koyduğu doğal işleyiş kuralları çerçevesinde gerçekleşmektedir. Bu afetleri önlemek veya tesirini azaltmak mümkündür. Nitekim ekosistem denge halindedir. Bu dengenin bozulması hali bütün insanları etkiler. Ayrıca tabiatın da sınırları vardır ve tabiattan tasarruflu bir şekilde faydalanılmazsa bir gün canlıların ihtiyacını karşılayamaz hale gelecektir.

İslam dinine göre Allah’ın yarattığı her şeyde hayır (iyilik) vardır ancak insan bir takım olayları -bütünü algılayamadığı için- şer (kötülük) olarak yorumlamaktadır. Örneğin yanardağların aktifleşmesinin, kasırgalar ve hortumların var olmasının evrenin düzeni ve işleyişi açısından pek çok faydası vardır. Ancak insan, bu doğal olaylara dayanıklı evler inşa etmez, okyanus ve yanardağ kıyısındaki ev planlamalarını bu doğal olayların olması ihtimalini göz önünde bulundurmaksızın yapar ise bu olaylar insanlar için doğal afetlere dönüşebilmektedir.

Sonuç olarak toplumların dünya hayatında bir takım dertlerle karşılaşmaları var oluşlarının kaçınılmaz sonucudur. Allah bu durumu şöyle ifade etmiştir: “And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.[12]


[1] Mülk, 2.
[2] Yunus, 108.
[3] Enfal, 25.
[4] Ankebut, 40.
[5] Enfal, 54.
[6] Hac, 42- 44.
[7] Ra’d, 11.
[8] Rum, 41- 42.
[9] Şura, 30.
[10] En’am, 42.
[11] Fatır, 45.
[12] Bakara, 155- 157.